İnsanlar sizi üzemez, ya da hayal kırıklığına uğratamazlar. Yaşadığınız kırgınlıkların, kızgınlıkların ya da üzüntülerin temel sebebi onlar ve davranışları değildir. Bir suçlu arayışına girecekseniz eğer, tavsiyem dönüp aynaya bakmanız olacak. Çünkü insanlara zayıf yönlerinizi, yumuşak karnınızı, gerçek sizi göstererek kendinizi savunmasız bırakan sizlersiniz.
Bizleriz.
Benim.
Tarih kaç defa tekerrür edebilir ? Bir senaryo kaç defa baştan yazılabilir ? Ya da bir oyun kaç defa sahnelenebilir ? Peki bir insan her seferinde kaç defa aynı dersi alır da, defalarca bu dersten kalabilir ?
İnsanoğlu uslanmaz, akıllanmaz derlerdi de inanmazdım. İnsanların yaşadıklarımdan sonra beni bir daha üzmeye dahi yeltenemeyeceği, aptal yerine koyamayacağı konusunda kendime öylesine güvenmiştim ki.. Sanırım aslında sadece lafta değiştiğimi, hikaye farklı olsa da bu senaryo aynı sonlandıkça yine aynı ben olacağımı görememişim.
Yıllar boyu, insanların değişebileceği konusundaki inancımla bayrağı en önde götüren biri olsam da, aslında yanı başımda duran ve onca yaşananlara rağmen yine ve yeniden değişemeyen beni görememişim.
Akıllanmaz ve uslanmaz bir safım. İnsanlara ne olursa olsun inanan, onlara güvenen, bunu da ister istemez belli eden aptalın tekiyim sadece ! İnsanlara resmen "Gelin benimle ve duygularımla oynayın, buyurun doya doya, tadını çıkarın." der gibi her şeyimi, ellerine, kendi ellerimle uzatan bir aptalım..
Dedim ya, o insanlara kızmıyorum.. Ellerine çok güzel bir oyuncak tutuştursanız hangi çocuk doya doya oynamak istemez ki ? Sonra bir başkası ona yepyeni bir oyuncak uzatsa hangi çocuk eski oyuncağını bir kenara fırlatıp atmaz ki ?
Değişemiyorum işte, olamıyorum başkaları gibi.. Sıcaklığımı engelleyemiyorum. Set çekemiyorum. Olduğumdan başka biri gibi davranamıyorum. Hiç düşünmüyorum. Karşıdaki bunu hak ediyor mu demiyorum, diyemiyorum.
Çünkü her insan, her yeni ruh, hayatıma bir fırçanın ucundan damlayarak, koyu ya da renkli bir renk bırakıyormuşçasına izlerini hediye ediyor. Bembeyaz, tertemiz bir boş sayfa olarak geliyorlar önüme sanki. Ben o sayfaları ellerimdeki en güzel, en alacalı, en sıcak, en hisli renklerle bezerken onlar bana ya hayallerimi süsleyen renklerini hediye ediyor ya da fırçalarından simsiyah bir rengi özensizce, benim özenerek çizdiğim resmime damlatıyor. Tabiri caiz ise mahvediyor.
Hayatım hep siyah renklerle bozulmaya çalışılmış resimlerimi toparlamaya çalışmakla geçti sanki. Bir sanatçı edası, özeni ve titizliği ile çizmeye başladığım bu bembeyaz kağıtlar üzerindeki resmimi bitirebildiğim bir tek günüm olmadı.
Yine suçlu siyah rengi boca eden onlarda değil, kirli ellerini uzatıp resmime dokunmaya çalışanların kolundan tutup durdurmadığım için bende.
En başlarda insanlara gösterdiğim, tuğla tuğla inşa ettiğim duvarlarımı onların yıkmasına izin vermeden kendi ellerimle yerle bir ettiğimden bunlar hep. Sergilediği kararlı duruşun arkasında dahi duramayan biri olmamdan esasında.
Kendimi koca bir buz kütlesine benzetiyorum. Kutuplardaki o devasa olanlardan hani. Evet öyleyim ama onları bile koca güneş eritemezken ben neden bir kibritin ateşi ile suya dönüşüyorum ? Neden duruşumu koruyamıyorum. Neden buzla kaplayıp sakladığım hazinemi güneş gibi insanlara saklamak yerine çaktığı bir ateş ile ortaya çıkarabilen, emek vermeyen insanlara sergiliyorum.
Bugün sanık sandalyesinde ben varım. Yargı kim derseniz o da benim. Gelmiş geçmiş en gaddar, en gerçek yargıç yine kendimim. Kendimi izliyorum o sandalyede. Karar verilmiştir, suçlu diye inletiyorum her yeri. Sinirliyim. Kızgınım. Suçlu bana bakınca yine de içimi bir acıma kaplıyor. O da böyle olsun istemiyor ki ? Aslında tek suçu ders alamamak yaşananlardan, biraz kalın kafalı sadece kendisi. Yine de günün sonunda niyet değil suç esastır..
Sahi nedir bu işin kefaleti ? Nasıl ödenir ? Her yaşadığım tekerrürde, hakim hak ettiğimin parmaklıklar ardı olduğunu düşünse de duyugusal kefalet ile serbest bırakıyor beni. Akıllanmaz bir suçluyum ben. Kefaletimi her seferinde hayal kırıklığı ile ödüyorum. Suçumun cezasını da çekiyorum, çekiyorum çekmesine de hiç akıllanmıyorum.
Avukatım da yok, kendi avukatlığımı da yapamıyorum. Zaten savunulacak bir yönüm var mı onu da bilmiyorum. Günün sonunda başrolleri değişen senaryolarda aynı sonu yaşıyorum. Her senaryonun sonunda değişmeyen tek şey ben, hayal kırıklıklarım ve pişmanlıklarım oluyor.
Umuyorum birgün, hep dillendirip de olmayı başaramadığım o güçlü insan olabilirim. Taş gibi güçlü. Çünkü buz olunca bir şekilde seni eritiyorlar. Biliyorlar güçsüz yanını, ateşi görünce erirsin. Bambaşka bir şey olursun.
Taşa gücü yeteni bulmak ise zordur. Zor olsun zaten. Zor olsun da karşılaşması da güç olsun. En kötü karşılalışınca alır seni fırlatır, kırar.. Kırarsa sen de 1 değil 10 taşa dönüşürsün ama yine taş olursun. Su gibi olup günün sonunda buharlaşmaktan iyidir neticede değil mi ?
Hayattan hiçbir beklentim yok. Tek istediğim gönül rahatlığı. Gerçekten.. Gönlümü rahat ettireceğim bir durak bulduktan sonra bu çıkmış olduğum hayat turuna bir dur demek istiyorum. Yoruldum.. Hayat dünya gibi değil, dönüp dolaşıp aynı yere geleceğinin garantisi yok. Bu tur sonsuz bir tur. Nefes alana kadar sonu olmayan.. Ama artık ben nefes nefeseyim. Nefes almayı bırakmak değil sadece biraz soluklanmak istiyorum. Soluklandıktan sonra o havadan vazgeçemeyip o hava ile yaşamak istiyorum. Bu sonsuz tur artık bitsin istiyorum.
Bu hayat turunda ; düştüm, kalktım, yoruldum, yavaşladım, koştum, yalpaladım.. Tırmandım ve yuvarlandım ama hiç durmadım. Kendimi güvende hissedip soluklanabileceğim bir durak bulamadım. Hala tabelalarda gözüm.. Her seferinde acaba doğru durak burası mı diyorum. Sonra oranın havasının nefes almamı sağlamaktan çok nefesimi kestiğini görüyorum ve yoluma devam ediyorum.
Bazı duraklar çok aşağıda oluyor; nemli, bunaltıcı ve sıcak. Bazıları ise çok yükseklerde. Öyle ki oksijeni çarpıyor, yalpalıyorum. Biliyorum, bana öyle bir durak lazım ki tohumlarımı toprağına ektiğimde beni reddetmeyecek, beni yeşertecek ve büyütecek.. Her toprakta her tohum yetişmez. Sadece artık fazla tohumum kalmadığını hissetmeme rağmen bonkörce her toprakta yeşillenmeye çalışmam konusunda kendime olan kızgınlığımı gideremiyorum.
Belki hala toprağıma yürüyorum, belki bir yol ayrımında gideceğim durağı kaçırdım bilmiyorum. Tek bildiğim hala nefes nefese olduğum. Hayat turumu böyle böyle geçirerek sonlandıracağım ya da nefesimi bulduğum yerde ona bağlanacağım. Ben taşa dönüşmek isteyen bir buzum, durağıma geldiğimde eriyecek ve suya dönüşeceğim. Ama bu sefer her zaman olduğu gibi buharlaşmak değil toprağıma karışmak istiyorum.
Umuyorum hala doğru durak için yolum vardır, ben yine de nefes nefese yürümeye razıyım..