22 Şubat 2025 Cumartesi

hayata dair

Uzun zaman olmuştu buralara uğramayalı. Yazmak geldi yine içimden; birden, ansızın..

Çok şey gördük, çok şey yaşadık görüşmeyeli.. Hayat öyle bir aktı gitti ki, konuşmayı unuttum seninle, kendimle. Özlem var içimde kocaman ve yeri doldurulamaz. Hep birilerine ve bir şeylere olan özlem. Bekledim bir şekilde doldurulsun diye. Kendimeymiş o özlem bilemedim.

Unuttuğum duygularım varmış burada. Yaşamayı seven bir ben varmış. En azında duyguları olan ve ifade eden bir ben. Sahi ne oldu o bana? Nerelerdeydi bunca zaman? Gerçekten döndü mü ki, o da bilinmez ya..

Öyle zaman geçti ki üzerinden bazı şeylerin, ben kendimi unuttum. Nasıl biri olduğumu, nasıl hissettiğimi unuttum. Her gün bir öncekinden farksız...

Gün doğuyor yine her zamanki gibi ama öyle geçiyor ki zaman, her gün aynı gün doğumundayım sanki. O kadar hızlı akıyor ki sanki hiç ilerlemiyor gibi de..

Günler o kadar aynı ki benim için, neyi ne zaman yaşadığımı hatırlamayı bırak artık yaşananlar konusunda da kafam karışık.. Karma karışığım yani ifadesizce..

Süslü kelimelerimi unutmuşum, paslanmış parmaklarım. Küsmüşüm kendime, sana...

Hayat herkes için bir şekilde akıp devam ederken benim için duran bu zamana bir anlam veremiyorum. Herkes bir şeyleri bir şekilde yoluna koyabilirken dümdüz bir doğru gibi ilerleyen bu hayatın verdiği sıkkınlık ile mücadelemi yürütemiyorum artık. 

Her şeyim yolunda aslında; para, sağlık, aile.. İnsan bu hayattan başka ne isteyebilir derken anlıyorum ki aslında benim en başında kendime ait bir hayatım yok..

Yaşamaya değer bulduğum, her sabah uyandığımda hayatıma değer katacak bir heyecanın peşindeyim aslında, bu heyecanın yoksunluğu ile mücadeledeyim..

Her şeyden biraz biraz, parça parça söyleyerek kendimi bile yeterince ifade edemez durumdayım. Ben ne zaman bu duruma geldim sahi? Hayata karşı hevesleri, beklentileri ve ne olursa olsun hala bir umudu olan bana ne oldu?

Neden bu geç kalmışlık hissi, içimi boğan yalnızlık duygusu?

Herkesin hayatında yolunda gitmeyen tonla şey varken, dışarıdan bakıldığında yolunda giden onca şeyime rağmen hiçbir şeyin yolunda gitmediği duygusu ile yaşamanın verdiği tükenmişlik..

BEN ortalarda yokken neler oldu dersen mesela, şöyle birkaç cümle ile anlatayım sana.

Çokça üzüldük birileri tarafından. Yine..  Duygularımızın bir kıymeti olmadı kimi insanlar için. Biz de mücadeleyi bıraktık... Yalnızlığımıza alıştık öncelikle. Sevileceğimize olan inancımız yok artık. Kendimize ve hayatımıza dair öz güvenimiz kalmadı.

Çok acımasız birine dönüştük biz.. Hem karşımızdakilere hem de kendimize. Benciliz biraz da.. Tahammül edemiyoruz bir şeylere ve bir kimselere. Yalnızız.. Çokça yalnızız..

Artık ne istediğimizi de bilmiyoruz, hayatın içinde sürüklenip gidiyoruz. Sürüklenirken bize uzatılan bir el yok. Sürüklendiğimizi fark eden var mı o bile şüpheli..

Hala çok istiyoruz, yalnızlığımızı paylaşacak birilerini hayatımızda. Ama dedim ya, biz çok geç kaldık hayata.. Bir şeylerimizi paylaşacak birilerini bulamıyoruz artık. 

Çokça seçiciyiz, kendimiz dahil hiçbir kimseyi beğenmez olduk.. ama yine de ufacık bir ilgi kırıntısında kaybolup gitmekten hala korkuyoruz. Yine aynı çocuksu hislerimiz duruyor maalesef..

Hayat çok değişti, her şey ilerledi ama biz yine olduğumuz yerdeyiz. Değiştik ama ayaklarımız yine aynı yere basıyor. Adım mı atmak istemiyoruz yoksa adım atmaktan mı korkuyoruz bunu bilmiyoruz. 

Biri gelsin ve bize sadece bir adım attırsın istiyoruz belki de. Tek bir adım atsak koşup gidecekmişiz gibi bir his var içimizde ama o ilk adımı atacak, elimizden tutacak, bizi destekleyecek kimsemiz yok bizim.

Yani anlayacağın biz yine bir başımızayız, bu sefer olduğumuzdan daha yalnızız ama yine de birbirimiz için varız. Bir girdabın içinde kaybolmuş sürüklenirken birbirimizden vazgeçebilecek olmamızdan  korkuyorum.

İçten içe bir gün o beklediğin günlerin geleceğine inandığını biliyorum. Pes etmenin eşiğine her geldiğinde birbirimizden başka kimsemiz olmadığını unutmamanı ve yine de nefes alıyor oluşumuzun bize güç vermesini istiyorum.

Umarım gelecekten bir gün dönüp de bunu okuduğumuzda her şey bambaşka olmuş olur. 

Ben senden vazgeçecek olursam da, sen benden vazgeçme olur mu? 

Çünkü benim en çok sana ihtiyacım var, bana ihtiyacım var..






30 Ağustos 2022 Salı

HAYAL KIRIKLIĞI - Tek Suçlusu Benim

İnsanlar sizi üzemez, ya da hayal kırıklığına uğratamazlar. Yaşadığınız kırgınlıkların, kızgınlıkların ya da üzüntülerin temel sebebi onlar ve davranışları değildir. Bir suçlu arayışına girecekseniz eğer, tavsiyem dönüp aynaya bakmanız olacak. Çünkü insanlara zayıf yönlerinizi, yumuşak karnınızı, gerçek sizi göstererek kendinizi savunmasız bırakan sizlersiniz. 

Bizleriz. 

Benim.

Tarih kaç defa tekerrür edebilir ? Bir senaryo kaç defa baştan yazılabilir ? Ya da bir oyun kaç defa sahnelenebilir ? Peki bir insan her seferinde kaç defa aynı dersi alır da, defalarca bu dersten kalabilir ?

İnsanoğlu uslanmaz, akıllanmaz derlerdi de inanmazdım. İnsanların yaşadıklarımdan sonra beni bir daha üzmeye dahi yeltenemeyeceği, aptal yerine koyamayacağı konusunda kendime öylesine güvenmiştim ki.. Sanırım aslında sadece lafta değiştiğimi, hikaye farklı olsa da bu senaryo aynı sonlandıkça yine aynı ben olacağımı görememişim.

Yıllar boyu, insanların değişebileceği konusundaki inancımla bayrağı en önde götüren biri olsam da, aslında yanı başımda duran ve onca yaşananlara rağmen yine ve yeniden değişemeyen beni görememişim. 

Akıllanmaz ve uslanmaz bir safım. İnsanlara ne olursa olsun inanan, onlara güvenen, bunu da ister istemez belli eden aptalın tekiyim sadece ! İnsanlara resmen "Gelin benimle ve duygularımla oynayın, buyurun doya doya, tadını çıkarın." der gibi her şeyimi, ellerine, kendi ellerimle uzatan bir aptalım..

Dedim ya, o insanlara kızmıyorum.. Ellerine çok güzel bir oyuncak tutuştursanız hangi çocuk doya doya oynamak istemez ki ? Sonra bir başkası ona yepyeni bir oyuncak uzatsa hangi çocuk eski oyuncağını bir kenara fırlatıp atmaz ki ? 

Değişemiyorum işte, olamıyorum başkaları gibi.. Sıcaklığımı engelleyemiyorum. Set çekemiyorum. Olduğumdan başka biri gibi davranamıyorum. Hiç düşünmüyorum. Karşıdaki bunu hak ediyor mu demiyorum, diyemiyorum.

Çünkü her insan, her yeni ruh, hayatıma bir fırçanın ucundan damlayarak, koyu ya da renkli bir renk bırakıyormuşçasına izlerini hediye ediyor. Bembeyaz, tertemiz bir boş sayfa olarak geliyorlar önüme sanki. Ben o sayfaları ellerimdeki en güzel, en alacalı, en sıcak, en hisli renklerle bezerken onlar bana ya hayallerimi süsleyen renklerini hediye ediyor ya da fırçalarından simsiyah bir rengi özensizce, benim özenerek çizdiğim resmime damlatıyor. Tabiri caiz ise mahvediyor. 

Hayatım hep siyah renklerle bozulmaya çalışılmış resimlerimi toparlamaya çalışmakla geçti sanki. Bir sanatçı edası, özeni ve titizliği ile çizmeye başladığım bu bembeyaz kağıtlar üzerindeki resmimi bitirebildiğim bir tek günüm olmadı.

Yine suçlu siyah rengi boca eden onlarda değil, kirli ellerini uzatıp resmime dokunmaya çalışanların kolundan tutup durdurmadığım için bende. 

En başlarda insanlara gösterdiğim, tuğla tuğla inşa ettiğim duvarlarımı onların yıkmasına izin vermeden kendi ellerimle yerle bir ettiğimden bunlar hep. Sergilediği kararlı duruşun arkasında dahi duramayan biri olmamdan esasında. 

Kendimi koca bir buz kütlesine benzetiyorum. Kutuplardaki o devasa olanlardan hani. Evet öyleyim ama onları bile koca güneş eritemezken ben neden bir kibritin ateşi ile suya dönüşüyorum ? Neden duruşumu koruyamıyorum. Neden buzla kaplayıp sakladığım hazinemi güneş gibi insanlara saklamak yerine çaktığı bir ateş ile ortaya çıkarabilen, emek vermeyen insanlara sergiliyorum. 

Bugün sanık sandalyesinde ben varım. Yargı kim derseniz o da benim. Gelmiş geçmiş en gaddar, en gerçek yargıç yine kendimim. Kendimi izliyorum o sandalyede. Karar verilmiştir, suçlu diye inletiyorum her yeri. Sinirliyim. Kızgınım. Suçlu bana bakınca yine de içimi bir acıma kaplıyor. O da böyle olsun istemiyor ki ? Aslında tek suçu ders alamamak yaşananlardan, biraz kalın kafalı sadece kendisi. Yine de günün sonunda niyet değil suç esastır.. 

Sahi nedir bu işin kefaleti ? Nasıl ödenir ? Her yaşadığım tekerrürde, hakim hak ettiğimin parmaklıklar ardı olduğunu düşünse de duyugusal kefalet ile serbest bırakıyor beni. Akıllanmaz bir suçluyum ben. Kefaletimi her seferinde hayal kırıklığı ile ödüyorum. Suçumun cezasını da çekiyorum, çekiyorum çekmesine de hiç akıllanmıyorum.

Avukatım da yok, kendi avukatlığımı da yapamıyorum. Zaten savunulacak bir yönüm var mı onu da bilmiyorum. Günün sonunda başrolleri değişen senaryolarda aynı sonu yaşıyorum. Her senaryonun sonunda değişmeyen tek şey ben, hayal kırıklıklarım ve pişmanlıklarım oluyor. 

Umuyorum birgün, hep dillendirip de olmayı başaramadığım o güçlü insan olabilirim. Taş gibi güçlü. Çünkü buz olunca bir şekilde seni eritiyorlar. Biliyorlar güçsüz yanını, ateşi görünce erirsin. Bambaşka bir şey olursun.

Taşa gücü yeteni bulmak ise zordur. Zor olsun zaten. Zor olsun da karşılaşması da güç olsun. En kötü karşılalışınca alır seni fırlatır, kırar.. Kırarsa sen de 1 değil 10 taşa dönüşürsün ama yine taş olursun. Su gibi olup günün sonunda buharlaşmaktan iyidir neticede değil mi ?

Hayattan hiçbir beklentim yok. Tek istediğim gönül rahatlığı. Gerçekten.. Gönlümü rahat ettireceğim bir durak bulduktan sonra bu çıkmış olduğum hayat turuna bir dur demek istiyorum. Yoruldum.. Hayat dünya gibi değil, dönüp dolaşıp aynı yere geleceğinin garantisi yok. Bu tur sonsuz bir tur. Nefes alana kadar sonu olmayan.. Ama artık ben nefes nefeseyim. Nefes almayı bırakmak değil sadece biraz soluklanmak istiyorum. Soluklandıktan sonra o havadan vazgeçemeyip o hava ile yaşamak istiyorum. Bu sonsuz tur artık bitsin istiyorum.

Bu hayat turunda ; düştüm, kalktım, yoruldum, yavaşladım, koştum, yalpaladım.. Tırmandım ve yuvarlandım ama hiç durmadım. Kendimi güvende hissedip soluklanabileceğim bir durak bulamadım. Hala tabelalarda gözüm.. Her seferinde acaba doğru durak burası mı diyorum. Sonra oranın havasının nefes almamı sağlamaktan çok nefesimi kestiğini görüyorum ve yoluma devam ediyorum. 

Bazı duraklar çok aşağıda oluyor; nemli, bunaltıcı ve sıcak. Bazıları ise çok yükseklerde. Öyle ki oksijeni çarpıyor, yalpalıyorum. Biliyorum, bana öyle bir durak lazım ki tohumlarımı toprağına ektiğimde beni reddetmeyecek, beni yeşertecek ve büyütecek.. Her toprakta her tohum yetişmez. Sadece artık fazla tohumum kalmadığını hissetmeme rağmen bonkörce her toprakta yeşillenmeye çalışmam konusunda kendime olan kızgınlığımı gideremiyorum.

Belki hala toprağıma yürüyorum, belki bir yol ayrımında gideceğim durağı kaçırdım bilmiyorum. Tek bildiğim hala nefes nefese olduğum. Hayat turumu böyle böyle geçirerek sonlandıracağım ya da nefesimi bulduğum yerde ona bağlanacağım. Ben taşa dönüşmek isteyen bir buzum, durağıma geldiğimde eriyecek ve suya dönüşeceğim. Ama bu sefer her zaman olduğu gibi buharlaşmak değil toprağıma karışmak istiyorum. 

Umuyorum hala doğru durak için yolum vardır, ben yine de nefes nefese yürümeye razıyım..





13 Ağustos 2022 Cumartesi

KADERİN KIRMIZI İPLERİ - 0118

Mitolojideki birçok inanışa göre dünya üzerindeki ruh eşleri birbirlerine görünmez ama sıkı sıkıya kırmızı bir ip ile bağlıymış. Kimi inanışa göre bu ip serçe parmaklarından, kimine göre de ayak bileklerinden düğümlenmiş şekilde bu ruh eşlerini birbirine adeta mühürlermiş. Bu kişiler hayatları boyunca başkalarına da aşık olsalar, başkalarını da sevseler, hatta bambaşka kişiler ile bile evlenseler hayatlarının bir döneminde illaki bir yerlerde karşılaşır ve bir araya gelirlermiş. Bu ip esnermiş, kısalırmış, kördüğüm olurmuş ama asla kopmazmış.. Kopamazmış..

Kaç insan şu kısacık ömürlerinde hayattaki ruh eşleri ile tanışabiliyor ? Kaçımız bu konuda bu kadar şanslı ? Onunla bir araya gelme şansımız dünya üzerindeki milyarlarca kişiden biri olması sebebi ile belki de yaşanabilecek olasılıkların en düşüğü değil midir ? Peki o kişinin ruh eşiniz olduğunu nasıl anlarsınız ?

Bu şansı yakalamış olmanın buruk mutluluğu ile sürecek yaşamımı şimdiden merak ediyorum. Kendimi herkesten ve her şeyden korumak için işaretlere inanmadığımı söylesem de içten içe onlara tutunup yaşadığımı fark etmem kendimle güzel bir yüzleşme oldu. Bu kırmızı ipin ucuna, ruh eşimize giden yolda, bizim adımlarımız aslında bu işaretlerdi. Hem biliyor musunuz insan onu bulduğunda tek taraflı olarak hissetmezmiş. Ruh eşi de onu görür görmez anlarmış. Bizde de öyle oldu...

Yazıyorum, çünkü unutmak istemiyorum. Onun da dediği gibi ; "Evlenip, 50 yaşına geldiğimde bile bir gün kendi kendime otururken ben bu hayattaki ruh eşimle tanıştım." diyebileceğim. 

Gökyüzünün çok yıldızlı olduğu bir gecede, başımı kaldırıp göğe bakarken kenetlenmiş ellerimizin gökyüzünde gözlerimiz ile resmedilmiş, kaydedilmiş anını hep hatırlayacağım. "Bu anın gözlerinle fotoğrafını çek, CLICK ! "

Sadece birkaç gündür tanıdığım birinin bana dokunuşunun verdiği yıllanmış huzuru unutamayacak, kimseye güvenmeyen benim ona teslim olmamak için verdiği mücadeledeki kararlı duruşunu belki takdirle belki pişmanlıkla anacağım. "Böyle bir ten uyumunu daha önce yaşamadım."

-0118, Sen ciddi misin ? Bu sayıları ve duyunca bana bakışlarını unutmayacağım. 

Aslında olmamam gereken bir yerde, bir zamanda ve anda orada olmamın ve bana iskele üzerinden seslenen o çapkın ama muzur adamın yanıma gelişini unutmayacağım. 

"Burunluk işe yarıyor mu gerçekten ?"

Bazen pişman olacağını bildiğin sözleri vermemek gerektiğini bu tecrübem ile anacağım. 

"Burada olan burada kalır. Bir daha birbirimizi hiç görmeyeceğiz. Söz ! 

İnsan bağlanmaktan neden bu kadar korkar sahi ? Sırf ona bağlanmamak, onun da ona bağlanmasından korkmaktan sebep bazen kendimizi olmadığımız biri gibi tanıtabilirmişiz, bunu biliyor muydunuz ? Onun yanındaki bu kısacık sürede hiç olmadığım kadar kendim ve dürüstken bir yandan da aslında olmasını istemediğim şeyleri dillendirerek onu hayatımın sadece kısacık 2 gününden ibaret tutmak istedim sanırım.

Ben de bilemezdim o güzel, sıcacık, huzur ve güven dolu anlara bu rüya bittiğinde tekrar dalmak isteyeceğimi. Bilemezdim işte. Yarım kalmanın bir insana bu kadar yük olabileceğini. 

Hayatlarımızı kimi zaman nefeslerimizi tutarcasına kimi zaman da sadece izledik diye devam ettiğimiz sezonluk dizilere benzetiyorum. Hayatımızın dönüm noktaları hep sezon finallerinde yaşanıyor. Bir de reklam aralarımız var. Hayatlarımıza es verdiğimiz, aslında doğal akış içerisinde yapmayacağımız şeyleri yaptığımız bir zaman dilimi. Ona ; "Bence tatiller bu zorlu hayatlarımızdaki reklam arası gibi.." demiştim. O zaman, o an bana öyle gelmişti. Çünkü reklamlar kısa molalar verdiğimiz, ama sonrasında dizinin devam edeceğini bildiğimiz zamanlardır. Reklamlar bittiğinde biz de kendi hayatlarımıza dönecektik. Döndük de. İkimiz de sözümüzü tutuyoruz. Keşke tutmak zorunda olmasaydık. Keşke bu yaşananlar bizim reklam aramız değil, hayatımızın sezon finali olsaydı. Hayatlarımızın dönüm noktaları olsaydı...

O da benim gibi hissediyor mu ? Söylediklerinde, bakışlarında, dokunuşunda benim kadar samimi ve gerçek miydi ? Bilmiyorum. Değilse de canı sağ olsun. Söylediklerine kendi de inanmadıysa canı sağ olsun. Belki o samimi değildi ama ; ruh eşi olduğumuzu, ten eşi olduğumuzu söylediğinde ben zaten çoktan bunun böyle olduğunu biliyordum.  O belki bunları beni etkilemek için söyledi. Varsın söylesin. Varsın inanmasın. 

Bana "Sana kendimi açıklamak zorunda hissetmiyorum. Beni anladığını biliyorum." dediği an, o an biliyordum. Biz aynı kişiydik. Biz birdik. Çünkü hayatım boyunca hep ben de bunu hissettim. Sürekli insanlara kendimi açıklamam gerektiğini. Sürekli insanlara bir şeyleri anlatmak zorunda olduğumu. Bunun ne kadar yorucu olduğunu. Beni ne kadar yıprattığını. İnsanlardan ve ilişkilerden uzak durmamın asıl sebebi olduğunu. 

Onun da dediği gibi biz aynı kişiydik. İnsanları üzdüğünü düşündüğü için benim de onu üzeceğimi düşünüyordu. "Sen beni üzersin." Halbuki bilmiyordu. Ben onu üzmezdim. Ben zaman geçtikçe onu öyle bir severdim ki bu sevginin yükü ile en çok kendimi üzerdim. Bunu ona söyleyemedim. Söyleseydim korkardı. Ben olsam ben de korkardım. 

Eve adım attığım andan beri tek düşündüğüm şey bu hissettiklerimin ne olduğu. Yaşananları, hissettiklerimi ve onu düşünmeden geçirdiğim neredeyse bir an olmadan, tam 7 gün.. Bu öyle bir duygu ki benim gibi biri bile bunu kelimelere dökemedi biliyor musunuz ? Aşk değil çünkü, sevgi değil, saplantı değil, takıntı değil.. O kadar ilişkim içinde şu yaşıma kadar tatmadığım tarifsiz bir duygu. 

Ona aşık olamam, zaten aşka da inanmam.

Onu seviyor olamam, onu sevecek kadar tanımış olamam. 

Ona bağlanmadım, bağlanmış olsam sözlerimizi hiçe sayar, 7 gün değil 1 gün bile beklemeden onunla bir sebeple görüşürdüm.

Her şey o kadar taze, o kadar yeni, o kadar alışılmadık ki benim için bence tek hissettiğim bu. Çünkü biliyorum ki o benim kadar derin yaşamıyor, ama içten içe sözlerinde samimi olduğuna inanmak istiyorum. Samimiydi ama onun için unutulmayacak değildi. Onun için geçen 2 güzel günden ibaret olsa da içinde bir yerlerde ufak bir an da olsa acaba bambaşka hayatlarda, zamanlarda ve kaderde nasıl bir biz olurduk, o da düşündü. 

Bir ateşe düştüm, öyle habersiz ve sakarcasına değil. Ateşi gördüm, tehlikeli olduğunu biliyordum. Ateşe yürüdüm. Normalde ben ateşten çok korkarım bilir misiniz ? Bu ateş beni korkutmadı. Bu ateş beni başlarda ısıttı, tenimdeki buzları eritti. Donmak üzereymişim de o sıcaklık ile ısınmış, huzur bulmuş, bebeksi bir uykuya dalmış gibiydim. Uyandığımda fark ettim ki ben bu ateşe çok yaklaşmışım, fazlası ile yaklaşmışım. Döndüğüm ilk gün ateşin beni en derin yaktığı gündü. O ilk an bir şey anlamazsınız. Sonra kendinizi ateşten çektiğinizde ateşin sizi dışarından değil içeriden yaktığını hissedersiniz. Sanki elinizi ateşten çekseniz de o ateş teninizin altında ilk anki gibi cayır cayır sizi yakıyordur. Sonra merhem ararsınız. Merhem anlık olarak acınızı alsa da yanmaya devam eder içerideki ateş. Ta ki su toplayana kadar...

Şu sıralar hala derimin altında biriken ateş ile mücadelemi veriyorum. Ama biliyorum ki bu da geçecek. Her şey geçer. Bu ateş de su toplar. Kimi yanık yara iz bırakmaz. Belki yaktığını bile hatırlamazsınız. Kimileri ise ömür boyunca size o ateşi hatırlatacak bir yara izi bırakır. Dokunsanız acımaz ama baktıkça gözünüzde yanan o ateş belirir, anıları canlanır. Bana ne olacak bilmiyorum, kestiremiyorum...

Bazen kendinizi eksik hissedersiniz. Aslında her şey tamamdır oysa. Bu tarifsiz bir eksikliktir. Onun varlığını fark edene kadar eksikliğinden haberdar olmazsınız. Onu bulduğunuzda ise sanki 2000 parçalık bir yapbozmuşsunuz da kayıp son parçanızı bulmuşsun gibi, bütün olmuşsunuz gibi, boşluğunuzu doldurmuşsunuz gibi hissedersiniz. Aslında baktığınızda zaten 1999 parçanız tamamdır, ufacık bir parça mıdır ki bu yokluğunu bile hissetmediğiniz şey ? O parçayı yerine koyup da tekrar baktığınızda o resim daha önce hiç olmadığı kadar güzel gelir size. Tamamdır işte. Her şey ile tamam.  

"İki aynı kişi, aynı evin içinde, mümkün değil yapamayız.. " Bana bunları söylerken aslında biliyordum ki onu bu konuda ikna etmemi istiyordu. Geçmişine ve anlattıklarına bakılırsa çok büyük bir duygusal boşluğun içindeydi. Ben ne dersem diyeyim korkacaktı, onu ikna edemeyecektim. Biz parçaları eksik 2 farklı yapbozduk. Hayatımızdaki insanlar kimi zaman bizi tamamen dağıttı, kimi zaman en baştan yapmak istedi, kimi zaman uymayan parçaları ile eksik parçalarımızı doldurmak istedi. Biz farklı iki resimde aynı parçaları eksik iki yapbozduk. İki parçanın birbirine tam olarak oturabilmesi için birbirinin tıpa tıp aynı kesiminde olması gerektiğini göremedi. Göremezdi de. Zaten biz iki farklı resimdik. Parçalarımız birbirini tamamlasa da sanırım resimlerimiz hiçbir zaman tam olamayacaktı. 

Mutlu olmak için iki farklı yol seçmiş aynı iki insandık biz. Dilerdim ki benim seçtiğim yoldan gitseydi. Onun yolu karanlık ve korkutucu. Onun yolu ıssız. O yolun sonu belki de çıkmaz. Daha bu yolun başında, öylece dikiliyor. Biliyorum o da bu yolu koşmaya korkuyor. Yengeç neticede.. 

O daha bu yolun başındayken içimde istemsizce, koktuğum bu yolda onu takip edip, kolundan tutup çiçekli yollara sürüklemek var. Ama ne haddime ? Yaşananlardan öte aslında bir şekilde onun hayatına dokunmak isterdim. Bir gün sözünü tutar da benim değil kendi çiçekli yolundan bile gitmeye karar verirse işte o gün bana yazacak. Söz verdi. "Numaramı silme." 

Doğru zaman, doğru insan, yanlış karar yok aslında işin özünde. Sadece bir taraf daha az ister hepsi bu. 

Şarkı söylemeyi çok severim. Ama söylemek öylesine özel, öylesine utandırıcı ve öylesine sevgi doludur ki benim için, şarkı söylediğim insanlar bu hayatta belki de bir elin parmağını geçmez. Zaten öyle matah da bir sesim yoktur. Huzur bulurum söylerken, hayatı durdurur ve tüm kaygılarımdan, hüzünlerimden uzaklaşırım. Keyifliyken değil genelde hüzünlüyken şarkı söylerim. Dillendiremediğim acılarımı, ifade edemediğim kırgınlıklarımı böyle dünyaya döküyorum ben de sanırım. 

Sabahın ilk ışıklarında, dağların arasındaki o küçük kasabanın tertemiz sarhoş edici havasında günün doğumunu dumanlı dağların ardından izlerken ; istemsizce, birden ona şarkı söylemek istedim. Ne şarkıyı, ne sözlerini düşünmedim. Dağlara baktım. Daha düşünmeye fırsatım olmadan sözler dudaklarımdan, melodi boğazımdan dökülüverdi. 

"HOŞ GELDİN"

Bugün dağların dumanı aralandı, HOŞ GELDİN.
Ah ışıklar içinde kaldım, yandım efendim.
Sen bana yangın ol efendim, ben sana rüzgar.
Tutuşsun gün, yansın geceler. Zamanımız dar.
Sen bana geç geldin, ben sana erken.
Soyunsun gün, sarsın geceler. Vaktimiz varken.. 

Birlikte geçirdiğimiz anlardan bazılarında kalmak istedim hep. "Keşke zamanı durdurabilsek." dedim. Yıldız kaydı. Dilek diledi. Hiç merak etmedim. Gönlünce olsun her şey, her ne dilediysen. 

2 gün boyunca sadece 2 tane fotoğrafımız oldu. Biri tutamadığım gökyüzünde gözlerim ile zamanı durdurduğum yıldızlı gecede hafızama kaydettiğim o an. Diğerini de o çekti biliyor musunuz ? Yani öyle söyledi. Ben şarkımı bitirmiş turuncu gün doğumunda karşımda duran ona bakarken bana "Bu anın fotoğrafını çektim." dedi. İşte bu da 2. ve son karemiz..

İlk tek buluşmamızda aldığı o dondurma.. Tatil boyunca yediğim ilk ve tek dondurma.. Sıcaktan erimiş, sütlü ve mor dondurma. Gördüğümde bana bir tek onu hatırlatacak o dondurma. 

Hayatları birbirine öylesine zıt, öylesine farklı iki insanız ki aslında. Birbirimize ne kadar benzersek benzeyelim bir o kadar da farklıyız. Bambaşkayız. Gerçek beni tanımasını çok isterdim. Her ne kadar dışarıdan dimdik, soğuk, dediğim dedik, özgüvenli biri gibi görünsem de bunların hepsinin kendimi korumak içim takındığım maskelerim olduğunu bilmesini isterdim. Gerçekte olduğum kişi olan ; korkak, ürkek, kırılgan, bağlı, sevgi dolu, sadakatli ve karşısındakine her şeyden çok değer veren hatta yeri geldiğinde kendinden ödün verecek kadar aciz olan gerçek beni bir tek o görsün isterdim. Bilmiyorum o bunları kullanacak biri değil gibiydi. Ya da ben buna inanmak istiyorum. Bu gerçek "beni" yıllar sonra ilk defa birisine göstermek istiyorum. Dedim ya ona hissettiklerimin tarifi zor... Neden ona bu yüzümü göstermek istediğimin nedenini kelimelere dökmek zor. Bunların hepsi yarım kalmışlıktan olsa gerek.

Kendimi bu konu ile ilgili yazmaktan alamıyorum. Yıllanmış anılarımı 2-3 paragrafta kelimelere döküp yılların birikimini onlarca cümle ile sonlandırabilen ben onunla ilgili yazdıkça yazmak istiyorum. Bu zamana kadar yazdığım hiçbir şeyi kimsenin okumamasını ne kadar çok istediysem bir gün bunları onun okumasını çok isterdim. Hiç tanımadığı bir yabancıda birkaç günde böyle bir iz bırakıp değer görebildiğini bilsin isterdim.

Biliyorum bu günler de geçecek, yaşananlar ilk uyandığımızda gerçekmişçesine hatırladığımız bir rüyadan ziyade ufak tefek kesitleri ile arada anımsamalar yaratan bir takım anılara dönüşecek. Yazmamın sebebi de bu. Bana her ne kadar yük gibi gelse de unutmak istemeyişimden. Ama bu rüyayı canlı tutmayacağım. Tutarsam gerçeklikten uzaklaşıp hep bu rüyada kalmak isterim çünkü.

Kader denen şey var ise, gerçekten parmağıma düğümlenmiş kırmızı ipin sonunda sen varsan bu ip bir gün en kısa halini alıp bizi bir daha bir araya getirecek. Buna inanıyorum. Eğer bu iplerin sonu başka düğümlere çıkıyorsa da umarım ikimiz de kaderlerimizin kırmızı iplerini bir gün bir yerlerde bulmuş oluruz.

Hep mutlu olman dileği ile, kaderimin kırmızı ipi..





10 Temmuz 2022 Pazar

HÜZÜN

Bu gece bir hüzün çöktü içime. Bu hüzün araladı uykumdan gözlerimi. Saat 02.00.

Hayata dair, geleceğe dair, bana dair bir hüzün bu.. Gözlerime hücum eden tuzlu su sanki önüne çekilmiş bir set varmışçasına kaldı orada. Denizlere set çekebilir misin ? Peki ya okyanuslara ? Göğsümü acıtan o ince sızı, tarifsiz burukluk çöktü içime yine anlamsızca. Hırçın dalgalar gibi vurdu kıyılarıma.

Gelmiş geçmiş en şiddetli yağmur yağıyor. Gerçekten. Sanki aralayamadığım gözlerimden, akıtamadığım yaşlarıma meydan okurcasına gökyüzünden boşalır gibi iniyor yer yüzüne. 

Şimşekler çakıyor.. Hayata dair bastırdığım kırgınlıklarıma meydan okuması bu da. Özgürce, umursamazca yankılanıyor gecenin sessizliğinde. Aydınlatıyor güneşsiz gökyüzünü bembeyaz ve masumca. O da haykırıyor, belki isyan ediyor. Benim gibi. Fakat o cesaretli. O buradayım diyebiliyor. Meydan okuyor. Bense sadece gözüme hapsettiğim yaşlarla, sızlattığım yüreğimle ediyorum bu isyanımı.

Yağmur gibi olmak istiyorum ben de. ÖZGÜR

Yağmur gibi olmak istiyorum ben de. GÜÇLÜ

Yağmur gibi olmak istiyorum ben de.  ANSIZIN ve BEKLENMEDİK.

Yağmur gibi olmak istiyorum ben de. UMUTLU.

Yağmur gibi olmak istiyorum evet. Ama öyle gün ortasında bulut geçti denen cinsten, çiseleyen, güçsüz bir yağmur değil. Şimşekler çakan, geceyi aydınlatan, özgürce ve delicesine yağan, beklenmedik olanından. Ya da güneşli bir günde ansızın ortaya çıkan, insanları sağa sola koşuşturan. Sonra sığındıkları yerden onlara muhteşem bir gökkuşağı manzarası ile veda eden bir yağmur olmak istiyorum. Birileri denizde yüzerken başlayan bir yaz yağmuru gibi hissettirmek istiyorum. Küçücük damlalarımla o kocaman su kütlesine karışmak istiyorum. Sade, saf, belki insanlığın pisliğinin karıştığı suyum, bir olduğum tuzlu su ile arınsın istiyorum. 

İnsanlar damlalarımda ıslanırken ; umudu, özgürlüğü hissetsin, aşık çiftler altımda el ele dolaşsın, çılgınlarcasına dans etsin, güzel anılarında yer alayım istiyorum. Şemsiyeler ile benden kaçanlarla değil, tenine değip karıştığım insanlarla olmak istiyorum. 

Toprağa karışmak istiyorum. Bereketli olmak. Toprağın yağmura olan aşkı gibi ben de kendi toprağımı bulmak istiyorum. 

Geçmişe götürdü bu acı beni bu gece. İlk aşkıma, son sevgime, anlamsız ilişkilerime, bambaşka birlikteliklerime, içimde büyüttüğüm sevgilerime.. Neler yaşadım diye sorguladım kendimi. Kimler geldi, kimler geçti şu ömründe, hayatından dedim.

Birisi ilk aşkım oldu, ilk sevdiğim oldu. İlklerim oldu. Aşkı, sevgiyi, hüznü, ihaneti, mutluluğu.. Tüm duyguları yaşattı bana. Şimdiki beni yarattı. 

Sonra başka biri girdi hayatıma. Bambaşka bir hayat. O olgundu belki, yaşadıkları ve yaşı onu olgunlaştırmıştı. Ama geçmişi o zamanki ben için oldukça fazlaydı. Korktum. Onunla olan ilişkimde büyülendiğimi, ona olan hislerimin başka açıklamasının olamayacağını düşünürken korkularım bu büyüyü bozdu adeta. 

Sonra bir başkası geldi. Hani Allah gönlüne göre versin derler ya. Sanki o cinstendi. Karakteri ve bedeni ile bundan daha fazlasını isteyemem dedirttiren cinsten. Ama eksikti bir şeyler hep, yoktu sanki bir sevgi, bir aşk, bir heyecan. Kolay giden cinstendi. Bir gitti 1 ay sonra geldi, bir gitti 5 yıl sonra geldi. O da bilemedi belli ki ne istediğini, ne hissettiğini. 

Her şey bitti, defter kapandı derken asla diyeceğim türden biri ile tanıştım. Bir önceki bahsettiğim gidip gelenin tam tersi hem de. Tam 3 yıl dile kolay. Gidişli gelişli bir sevgi biriktirdim içimde. Şimdi düşünüyorum da sevginin gelişi gidişi olmazmış. Onu olgunca sevdiğime kendimi öyle inandırmışım ki aslında onu hiç sevemediğimi görememişim. Sevgime karşılık bulamamanın verdiği bir tutunmaymış benimkisi. Sevgi diyerek kanmak istemişim. 

Yabancılara güven olur mu ? Olmazmış. Her şeyi ile bana yabancı biri ile tanıştım sonra. Kimdir, nedir, neredendir bilinmez. Bendeki de iyi cesaretmiş. Öyle bir yabancıydı ki bu bana görüştüğümüz süre boyunca hep şunu dedirttirdi. "Ya ben çok şanslıyım, ya da karşımda ödülü hak eden bir oyuncu var."

İçten içe oyuncu olduğunu bildiğim halde kendime şanslıymışım gibi davrandım. O zamanlar ona ihtiyacım vardı. Oyuncuydu evet ama mutlu ediyordu beni. Bir yere kadar.. Yalanlar ile yaşayamayacağını bilen tarafım yine galip geldi. Veda çanları çalarken bu sefer bir yabancı tarafından kendimin kandırılmasına izin verdiğim için kendime çok kızdım. Kendimi çok suçladım. 

Şimdi oturup düşünüyorum da, birçok şey tecrübe etmişim. Birçok hayat görmüşüm. Hepsi ile bir ara mutlu olmuş, hepsi ile günün sonunda üzülmüşüm. Bana ne kattı derseniz şimdiki ben olmuşum. Bizi biz yapan da bu değil midir ? Yaşadıklarımız, mutluluklarımız, hüzünlerimiz, hayal kırıklıklarımız.. 

Hüznüm yaşadıklarım için değil sabırsızlıkla beklediğim yaşayamadıklarımdan. Hayat hep bu deneme yanılmalar ile geçerse diye korkuyorum sadece. Bazen yalnız halime de üzülüyorum yalan yok, ama böyle böyle hayat geçer de bu yalnızlığım baki kalırsa endişesi içimi bir hüzünle kaplatıyor. 

Hüznümün duracağı, toprağımı bulacağım günlerin umuduyla, selamıyla..

28 Ocak 2022 Cuma

SANA SON MEKTUP : HOŞÇA'KAL

İçimde bir yerlerde bir şeyler acıyordu. Sana karşı hissettiğim fakat ne olduğunu bilmediğim hisler, bilmediğim yerlerde adeta ben buradayım diyordu. Seni içimde bir yerlerde her zaman yaşatıyordum. Kimi zaman uzaktan gözümle seviyor, kimi zaman başını okşuyordum içten içe. Kimi zaman kocaman sarılıyordum sana, kimi zaman sadece varlığını bile seviyordum. Bana verdiğin acıyla bir oluyordum. Ben böylesi ile de mutluydum. 

Ben içimdeki seni arıyordum.

Terk edilmiş bir binada gibi açtığım her kapının arkası boştu. Kimisinin sıkışmış, kimisinin sonuna kadar açık kapıları ardında uzun süre aradım durdum bu hisleri. Bir şekilde varlardı, hissediyordum, hissediyorum..

Hissediyorum çünkü ;

Yanıyor.

Külleri dökülüyor kalbime, kürüyorum. Topluyorum. Süpürüyorum. Kimi zaman kalp ardı ediyorum, kimi zaman karşısına oturup o küllerden hayallerimi inşa ediyorum. Kumdan bir kale yapan park çocuğu gibi ; o tozun, isin, külün içinde kendime bir dünya kuruyorum. Hayatımda senin olduğun bir dünya bu.

Kuruyordum.

Bir beklentim olmadan, sana duygularımı anlatmadan, kendimce kurduğum bu iki kişilik külden kalede mutluydum. Bir gün gelecek ve biri bu külden kaleme üfleyecek, her şey toza dumana karışıp yok olup gidecek, bu hayal dünyası da başıma yıkılacak.. Bunu da biliyordum. Ben bu dünyamda mutluydum. Sadece sana hissettiklerimle bile mutluydum. 

Karşılık beklemeden sevmek de güzel, bilir misin ? Saf sevgidir, beklentisizdir. Sana yaptıkları, verdikleri için değil de o kişiyi olduğu kişi için seversin. Gerçekten değer verirsin. Konu zaten hiçbir zaman seninle ilgili değildi, olmadı da. Konu hep bendim. Bundandı belki de hissettiklerim. Senden bir beklentim olmadan kurduğum bu dünyamın belki de içten içe gerçek olmasını diledim hep. 

Önce seni bu dünyam ile tanıştırıp, arkadaş olarak da kaybetmekten korktum. Bencilce de olsa bu; senin iyiliğinden, kötülüğünden, mutluğundan, hüznünden ve nicesinden mahrum kalmam demekti. Bencildim. Yaptığım en büyük bencillikti belki seni sevmek, seni içimde böylesine büyütmek. 

 Bazen yarattığım kumdan kalelerim, sırtıma yüklenmiş heybelere dönüştü. Altında ezildiğim, daha fazla kaldıramayacağımı düşündüğüm yükler oldu. Hiçbir şey beklemeden, sadece bu yükü seninle paylaşmak istediğim zamanlar oldu. Bu dünyamdan sana bahsetmek istediğim zamanlar oldu. 

Olmayacak duaya amin demek huyum olmadı hiçbir zaman, bu yüzdendi sana açıklamayışım bunları. Karşıma alıp konuşmayışım. Egoma yenilmedim yani, korkaktım sadece. Seni kaybetmeyi göze alamayan bir korkak..

Yapamadım, yapmadım. 

Dedim ya ben bencilim diye, seni temelli kaybetme ihtimaline tutundum. O ihtimali bırakamadım. O ihtimalin kendisi oldu sonra sana olan hislerim. Kaybetme korkusu. Senden hiçbir beklentim olmadığı samimiyetine seni de tutundurarak, yaşadığım 3 yıldan fazladır bu yükü keşke seninle paylaşabilseydim. Bir şeyler olsun diye değildi hiçbir zaman niyetim. Sen de bu hayatta böyle bir sevgiye sahip olduğunu bil isterdim sadece. Böylesine sevilmeye değer bir insan olduğunu bil isterdim. 

Sana söyleyemedim.

Söyleyemedim çünkü biliyordum, içten içe hissediyordum. Sana göre ne ben sana göreydim, ne de sen bana göre. Bu yüzden bir kez bile olsa "biz" olmayı hiç düşünmediğine öylesine eminimdim ki. Çünkü senin mantığının önüne duygularının geçmesi imkansızdı. Sen mantığı ile duygularına hükmedebilen adeta bir hükümdardın. 

Bu günün geleceğini hep korkarak bekledim. Eninde sonunda senin de dünyana girecek birinin gelip  külden kaleme üfleyeceğini, her yeri tozu duman katacağını biliyordum. Buna hep hazırlıklıydım hazırlıklı olmasına da, yaşamak beklediğimden daha zor oldu.

Kendime bir söz vermiştim ; senin dünyana birinin girecek olma ihtimalinde bile seninle vedalaşacaktım.

Bugün veda günü. Hoşça'kal deme vakti. Tek başıma taşıyamadığım bu hisleri kapı artlarından çıkarma değil, üzerlerine kilit vurma vakti. Tüm bilinmezliği ile, tüm soru işaretleri ile, senin bütünün ile, belki de bendeki sen ile.. Bugün içimdeki seni yolcu etme vakti. Veda vakti. Bu en başından beri seni kaybetme korkusunun artık gerçek olma vakti. 

Sana içimde ancak seni görmeyerek, duymayarak ve konuşmayarak veda edebilirim. Senden birden kopamam, keskin şekilde silip atamam ; çünkü arkadaşız. Adım adım, günden güne hayatından silinerek sana veda edeceğim. Bir gün gelecek, bir sabah olacak beni hatırlamayacaksın bile. Sana hiç hayatında var olmamışçasına veda edeceğim.

Veda edeceğim. Kendime veda edeceğim. Seni seven bana veda edeceğim. 

Hiç görüşmemek üzere kendine iyi bak. Görüşmemek üzere olsun, öyle olsun ki seni gören ben tekrar külden kalesinde oynamasın. Küllerinden yeniden kaleler yaratmasın. Öyle hoş, öyle güzel kal ki, seni tekrar içinde yeşertecek bencilliğim beni utandırsın. 

Bendeki sene çok iyi bak, öyle iyi bak ki sahip olduğun mutluğun bu vedama değsin. Bu zorlu vedanın hakkını versin. Öylesine güzel yaşa, öylesine sev, öylesine mutlu ol ki vedamda saklı keşkelerim, mutluluğunla mutlu olan benim iyikilerime evrilsin. 

HOŞÇA'KAL. 

MUTLU KAL. 

BENDEKİ SENE İYİ BAK.