Halbuki durum hiç de öyle değil.
Duygusal ilişkilerden bahsedelim biraz mesela. İlişkilerimizde partnerimizi tanıdığımızı zannetmemiz fakat aslında onu hiç de düşündüğümüz kadar tanımadığımızı fark etmemiz.. Yaşamayan var mı bunu ? Zaten günümüzde de çoğu "balon" ilişkiler bu sebeple patlamıyor mu ? Benim gözümde balon ilişki dediğimiz şey aslında tam olarak da bu. Birbirini anladığını, tanıdığını sanan kişilerin "birliktelik çabası". Birbirinizi anladığınızı ve birbirinize göre olduğunuzu sanırsınız. Buna inanmak istersiniz. Genellikle ilişkinin ilk zamanlarında oynanmaya çalışılan bu "Pollyanna" oyunu, balonun yüksek bir ivme ile şişmesi demektir aslında. O balon şişer, şişer, şişer... ve bir an gelir. O an her iki tarafın da acı olan o gerçekle yüzleştiği bir olay gerçekleşir.. ve o balon patlar.
İlişkideki çoğu problemin, hatta belki de ayrılık sebeplerinin kök nedeninin bu olduğunu görmek geç olsa da, kazanılan tecrübeler listemde yerini aldı çoktan.
"İnsanları tanıdığını sanmak"
Bu olay örgüsü aynı yazarın elinden çıkmışcasına farklı hayatlarda, farklı zamanlarda, farklı duygularda tekerrür ediyor aslında...
Birini görüyorsunuz önce, dikkatinizi çekiyor. Belki dünyanın en güzeli / yakışıklısı değil ama sizin çekim alanınıza girdi bir kere. Tanımak istiyorsunuz onu, öğrenmek istiyorsunuz. Hayat görüşlerini, tutkularını, ideallerini.. Anlatsın istiyorsunuz.. En kısa zamanda duygusal olarak tanışmak, o dışarıdan görünüşünün ardında yatan gerçek onu öğrenmek istiyorsunuz.
Tanıdığınız biri bile olsa bir insanla normal bir tanışıklıkta olmak ile o insanı duygusal olarak tanımak arasında büyük bir fark olduğuna inananlardanım ben. Hoşlanılan kişiye duyulan en büyük arzu da zaten ; duygusal olarak o kişiyi tanımak, o kişinin duyguları ile tanışmak olmuyor mu böyle durumlarda? Aslında biliyorum ki hepimiz aynı yollardan, aynı arzulardan geçtik. Ben sadece kimimizin anlamlandırmakta zorlandığı bu arzuyu adlandırdım, belki de bir karaktere büründürdüm.
Neyse ne diyorduk,
Heh. Duygusal olarak tanışmak arzusu içinde yanıp tutuşuyorsunuz. Bu süre zarfında da istemsiz şekilde hayaller dünyası alıyor içine sizi.. Dış görünüşünden, hareketlerinden, davranışlarından, yorumlarından kendinizce anlamlar çıkarmaya başlıyorsunuz. Farkında olmadan olmasını istediğiniz karakterleri biçiyorsunuz o kişiye. Sonra hayat bu ya bir takım hareketlerini görüyorsunuz ve aklınızda kurduğunuz şeylere kanıt olarak onlara tutunuyorsunuz.
"Bunun için böyle söyledi, demek ki en sevdiği yemek bu. Kulaklığından şu müzik geliyordu demek ki müzik zevki böyle. Bir konuda şöyle bir yorum yaptı demek ki hayat görüşü bu yönde.. Zaten ben de öyle olduğunu düşünmüştüm."
Ya da düşüncelerinize o kadar inanıyorsunuz ki durum bir süre sonra artık şuna dönüşüyor :
"O şimdi böyle böyle söyledi ama, o öyle biri değil bence bunu demek istemedi."
İşte en tehlikelisi de bu..
Farkında değilsiniz ama kendinizce, beğendiğiniz bedenlere aslında olmasını istediğiniz ruhları yerleştiriyorsunuz.
İşte insanların karmaşık ve anlaşılamaz olduğunu size düşündüren de bu oluyor. Ben karşımdaki hiç kimseye böyle yaklaşmamış olsam da bana bu şekilde yaklaşıldığını anladığım gün aslında insanları anlamakta zorlananın ben değil, beni anlamak istemeyenlerin onlar olduğunu öğrenmiş oldum. Çünkü o insanların hiç biri aslında benimle duygusal olarak tanışmak istememişti. O insanlar zaten beni tanıdıklarına inanmışlardı.
Hayat çıkarımlar üzerine kurulu, bolca yanılmacalı kimi zaman da olur olmadık kapılmacalı bir lunapark gibidir. Lunaparklardaki o değişik aynalar gibidir insalar da aslında. Hangisinin karşına geçerseniz geçin hiç bir zaman aynı değilsinizdir. Kimi sizi şişman gösterir, kimisi sizi kısa, kimisi zayıf.. Karşısına geçtiğimiz çoğu insanın gözünde de işte tam olarak böyleyizdir. Çünkü insanlar sizi nasıl görmek isterlerse öyle görürler. Ön yargılar, inançlar, duygular.. Hepsi birer etken olsa da sizinle duygusal olarak tanışmamış her insanın gözünde tamamı ile bambaşka insanlarız işte..
Keşke insanlar olarak karşımızdaki insanların kafamızdakilerden öte, buz dağının görünmeyen tarafındaki uçsuz bucaksık güzelliklere sahip olabileceklerini düşünebilsek. Her süslü hediye paketinin altından en pahalı hediyelerin çıkmayacağını, yosun tutmuş istiridyelerin içinden çıkabilecek pırlantalar olduğunu farkına varabilsek.
Keşke diyorum mesela kitapları kapaklarına göre yargılamaktan vazgeçsek, peşin hükümlü olmaktan sıyırabilsek kendimizi. Afişlerden yola çıkıp filimeri kötülemesek, en azından birkaç sahnesine dahil olabilsek, ne attığını anlamaya çalışabilsek.
Hayat mı bizi bu hale getiren yoksa hep en iyi olma çabasından mı bu ikilem tam olarak sebebi ne bir türlü çözemedim esasında. Sadece ufak bir çaba, ufacık bir teşebbüs diyorum. Bu kadar zor olmamalı birbirimizi yargısız sevebilmek, kabullenebilmek. Karşımızdakinin çamurlu ayakkabılarına değil güzel gülüşüne odaklanabilmek. Onları oldukları kişi olarak kabullenebilmek. Esasında zor değil bu kadar insan olabilmek.
Çünkü iyi biri olmak gerçekten bu kadar kolay. Çaba sarfetmeksizin iyiliğin büyüsüne kapalıp insanları büyüleyebiliriz kolayca belki. Fakat kötü olmak için bu kadar çabaya değer mi sahi ?