13 Ocak 2017 Cuma

Hayatımdan Çıkardığım İlk Ders

Yaptığım uzun ve duygusal girizgahlardan sonra gelelim benim asıl hikayeme. Sondan başlanmış bir hikaye oldu biraz benimkisi farkındayım. Böyle yazdıklarım gibi melankonik, aşırı duygusal bir insan değil akisine ;  hayatı dalgaya almayı seven, kendince eğlenceli ve bu dönemin tabirine göre "goygoy" tayfasının başını çeken bir tipim işin aslı. Ama dedim ya bu goygoycu kişiliğimin altında yatan ipince fikriyatlar ile dolup taşıyorum. Sağ olsun hayatıma girmiş hatta bildiğiniz düşmüş olan o "Yıldırım" beni de, kişiliğimi de, aslında olduğum o insanı da tepetaklak etmiş, bambaşka birine dönüştürmüştü. Ta ki bu zamana kadar. 

Hani size "İlkokulda en sevdiğin öğretmenin kimdi ?" diye sorulduğunda aklınıza hayatınızı değiştirdiğini düşündüğünüz o ilkokul öğretmeniniz gelir ya.. Hah işte Yıldırım da hayatıma giren o ilkokul öğretmeni gibiydi. Artık onu ne kadar sevdiğim kısmı elbette ki tartışılır. Ama bana acı ve güzel dersler verdiği gerçeğini de değiştirmedi tabi ki. Ve ilk dersimiz de şu olmuştu ; 

“Asla eksik dua etme.”


 Peki eksik dua ne demek  ?

Hayatta bazı anlar vardı ki, dua kapıları o an sonuna kadar açık olur ve ne derseniz er ya da geç gerçekleşir.Bunu daha önceden birkaç kişiden duymuş, hiç bir şekilde tecrübe etmediğimden inanmamıştım. Ama siz siz olun buna inanın. Çünkü bazen sadece tek bir cümle hayatınızı kökünden değiştirebilir. Ama o anın ne zaman olduğunu siz asla bilemezsiniz.
Evet, ben de bir dua ettim. İçimden gelerek, dileyerek tek bir cümle kurdum o anın o an olduğunu bilmeden. Çok safça, anlık bir dilekti sadece benimkisi ; 
“Hayatıma öyle biri girsin ki, beni gerçekten çok sevsin yeter.” 
Hayatı boyunca ciddi bir ilişki içinde bulunmamış, tecrübesiz ve toy birinin ettiği cahilce bir duaymış oysa ki benim ki. Çok sevildiğim ve sadece sevgi ile donatılmış bir ilişkide çok mutlu olabileceğine inandığım bir kafada sonu düşünülmeden dilenmiş bir dilek. 
Tanrı kullarını sever, dualarına er ya da geç karşılık verirmiş. Ama şunu bilemezmişsiniz. Sizin dua sandığınız şey aslında Tanrı'nın size bir sınavıymış bazen. Ben de kendi sınavımı kendim seçmiştim. O Yıldırım beni sevdiği ölçüde çarpıp kül etmişti. Sevgisinin her katlanışı benim hayatıma düşen ve beni tekrar tekrar yakıp kül eden birer yıldırımdı.
Bazen sevginin her şeye yeteceğini düşünürsünüz.Çünkü gerçek sevgi çok güçlüdür, onunla aşamayacağın hiçbir şey yok gibi gelir insana.Yıldırım da beni buna inandırmıştı. Ama bu da hayatımdan çıkardığım bir diğer ders oldu benim için.
“İki taraf da birbirini deli gibi sevse de , bazen sevgi her şeyi çözmeye yetmez."
Yıldırım ile olan ilişkimizin yarısı birbirimizi deli gibi severek geçmişti. Yaşadığım onca haksızlığa rağmen bunun aksini söylemek yaşamış olduğum o az ama güzel günlere hatta böyle bir lütfu hiç hak ettiğini düşünmesem de,  Yıldırım'a bile haksızlık olur. Neden hak ettiğini düşünmediğime gelecek olursak da kandırılmış ve en önemlisi de aldatılmış bir kadın olduğum ayrıntısını sizlere belirtmeyi sanırım unuttum. Yıldırım'ın bana en önemli dersi elbette ki "güven" üzerine olmuştu. 
Neyse ne diyorduk ? Dua evet. İşte ben de böyle cahilce bir dua edip kendimi bir yıldırım fırtınasının içinde buldum. Ve Yıldırım'ın bana o dua ile geldiğine inanıyorum. İnanmaktan çok hissediyorum. Çünkü duam tam anlamıyla gerçekleşti. Beni gerçekten ama gerçekten çok sevdi bir dönem. Ama sadece sevdi. Koca bir ilişkide sadece ortada gerçek olan bir "seni seviyorum" vardı. Ama gördük ki gerçekten de sevgi yetmedi. 

10 Ocak 2017 Salı

İstanbul Gibi Sevmek

İstanbul gibi sevmek diye bir terim vardır benim hayatımda. İstanbul'u sever gibi sevmek. Bu zamana kadar nereye gitmiş olursam olayım, kah 5 günlük kah 5 aylık, gittiğim hiç bir yer bana İstanbul gibi zevk vermemiştir. Yuvam olduğundan mıdır bilmem ama her gidişimde uçağa bindiğim o ilk dakikadan özlemeye başlarım İstanbul'u. Bazısı geride bıraktıklarını özler, bazısı giden olmanın acısını hisseder yüreğinde. Ama İstanbul'u benim gibi sevenler bilir. Eğer bir insanı İstanbul gibi severseniz en çok gidene koyar ayrılık acısı. Ben hayatımda ilk defa birini İstanbul'u sever gibi sevmiştim, ben hayatımda ilk defa İstanbul gibi birini İstanbul'u sever gibi sevmiştim ve ona şunları söylemiştim ;


İstanbul gibisin..Gecesi gündüzünden farklı.Sağı solu belli olmayan. Öyle seviyorum ki seni; bu bazen gün batımında bir vapur ile Kadıköy'den Beşiktaş'a geçmek, bazen ise gecenin bir vaktinde tek başınayken unutulmuş arka sokaklarında kaybolmak gibi İstanbul'un. Öylesine güzelsin, öylesine korkutucu. İstanbul gibi seviyorum seni. Hem çok seviyorum hem çok korkuyorum senden. İstanbul bencildir. İstanbul anlaşılmazdır.İstanbul yüzsüzdür. Ama çok güzeldir be. Sana bin bir türlü eziyeti yaşatır. Her gün lanet edersin kalabalığına, trafiğine ama yine kapılırsın büyüsüne.Biraz bile uzaklaşsan hemen o Boğaz'ın kokusunu, Kadıköy'ün kalabalığını aramaz mısın sanki ? Sen mesela. O zarif güzelim kızı değişir misin bir şeye ? Kız Kulesi. Onu diyorum. Değişmezsin.Değişemezsin. Özlersin.Gözün arar.Kafan eser inersin sahile, hayran hayran izlersin her seferinde o görmeye alıştığın güzel kızı. Benim seni izlediğim gibi..Ben sana bakarım sen de ona. 

Ama dedim ya İstanbul da insan oğlu gibidir. Sen gibidir. Anlaşılmaz. Milyon tane derdi, acıyı saklar o korkarım dediğim arka sokaklarında ; sen gibi... 

En kötü şeyler İstanbul'da yaşanır bazen ; en acı haberler, dramlar.. Sen peki bunun için o kızdan vazgeçer misin ? Üsküdar'ından , İstanbul'undan.. Geçemezsin değil mi ? İşte ben de bu yüzden vazgeçemiyorum İstanbul'umdan. Senden. 

Eminönü doğumluyum ben, İstanbul yazar doğum yerimde. İşte bundandır senden gidemeyişim. İnsan doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı yeri böylece kolayca bırakıp gidebilir mi ? Vazgeçebilir mi bir çırpıda ? Ne anılar, ne yaşanmışlıklar, ne kırgınlıklar , ne kızgınlıklar var o yaşamda. Kolay mı silip atmak, her şeye yeniden başlamak ? Hem sor bakalım bu can yeniden ister mi doğmayı ? 

Hayata bir kere daha gelsem ben yine İstanbul'da, sende, doğmak isterim. İstanbul bana kötü geldi be Sevgilim.Ama ben yine ille de İstanbul derim biliyor musun ? İstanbul beni çok üzdü Sevgilim. Ama ben de onu üzdüm.Er ya da geç ahı tutar İstanbul'un. Hem de öyle bir tutar ki ; sen köprünün üzerinden tüm İstanbul'u ayaklarının altındaymışçasına gamsız, mutlu izlerken bir bakmışsın Boğaz'ın serin sularında derine batmaktasın. Düşmüşsün. Nasıl ve ne zaman olduğunu bilmeden. Ben o köprüden düştüm Sevgilim. Ama yine ille de İstanbul derim.


Bunları söylemiştim evet ama bu onları hiçbir zaman duyamadı. Hani dedim ya İstanbul gibi sevene, gidene koyar gitmek diye. Bu hikayede giden ben değildim.Kalan da ben değildim. Giden gittiğinden bu yazdıklarımı hiçbir zaman bilemedi. Ortada bir kalan da yoktu. Beni bir arafın ortasında bırakıp, bahanesizce bırakıp gitmişti. Ama yine de en çok bana koymuştu, en çok olan bana olmuştu. Peki ben hep arafta mı kaldım ? Hayır. Ben de gittim. Artık onu İstanbul gibi sevmediğim gün, işte tam da o gün ben gittim. Ve doğruydu. Ne olursa olsun gerçekten en çok gidene koydu yürek acısı.


Siz siz olun kimseyi İstanbul gibi sevmeyin. Çünkü tam da dediğim gibi ; 


İstanbul acımasız, İstanbul yüzsüz ve İstanbul asla ama asla unutmaz.

4 Ocak 2017 Çarşamba

Benim Hikayem Hayatıma Giriş

Peki benim hikayem ne mi? Durgun, kendi halimde yaşadığım o parmaklıkların ardındaki hayatıma uzanmış bir çift el, bir çift güzel yeşil göz.Dualarım sonucu Tanrıdan bana geldiğine inandığım, bilmem kaç yıllık şu hayatımda belkide hayatımda yaşadığım en köklü değişime sebep olan o insan.

Öyle insanlar vardır ki bazen yoldan geçer gibi hayatınıza şöyle bir uğrayıverip, yollarına devam ederler.Ama bazıları vardır ki hayattan en umudunuzu kestiğiniz anlarda adeta “senin kaderini değiştirmeye geldim” dercesine umursamazca, şiddetlice ve aniden hayatınıza bir yıldırım gibi düşüverirler. Zifiri karanlıktaki gecenizi aniden aydınlatırlar.

Peki siz bu aydınlığa kapılmışken ya yıldırım sizi çarparsa ?

Yıldırım tarafından çarpılmış biri olarak söylüyorum çarpılmaktan asla korkmayın.Çünkü anladım ki acıyla ders çıkarmak her zaman tavsiyelerden daha iyiymiş.İşte bunların hepsi benim hatalarımdan çıkardığım dersler.

1 Ocak 2017 Pazar

Bu Hikaye Nasıl Başladı ?


Hayat; bizi getirdikleri ile götürdüklerinin dengesizliği içerisinde boğulmaya hapsetmiş, bunu yönetmeyi becerip zevk almasını bilene dünyaları veren, imkansızlıklarla var olmuş ve bununla mücadele eden diğerlerine de bu güzel dünyaları adeta parmaklıklar ardından seyrettiren acımasız bir oluşumdur benim gözümde.Herkes kendisi için yazılmaya başlanmış bir kaç cümlelik bir hikaye ile açar gözlerini bu hayat dediğimiz serüvene ki ben bunu kader diye adlandıran o kişilerdenim.

Kadere inanırım.Kadere inanılması gerektiğine inanırım.Kader dediğimiz bu olgu aslında işte tam da o bahsettiğimiz birkaç cümlelik hikayenin yazarının artık biz olduğumuz anlamıdır.O kalem artık bize devredilmiştir.Çünkü kaderini sen belirlersin.Hayat bundan sonrası için sana sadece seçenek sunar.Seçimini doğru yaparsan yerin parmaklıkların önüdür.Yanlış yaparsan da o parmaklıkların arkasından seyredenlerden olursun.Senin görmen gereken ise aslında o parmaklıkların, aslında arasından geçebileceğin kadar geniş olduğudur.Elini bir kere dışarıya uzatmayı denersen, artık bu hayatta seyirci kalmazsın.


İşte benim hikayemde, bir dua ve o parmaklıkların arasında bana uzanan bir el ile başladı.Ama o zaman bilmiyordum fragmanlarda sadece güzel şeylerin gösterildiğini.Öğrendim ki; her zaman fragman güzel diye film de güzel olacak diye bir şey yokmuş.